Mimarlık_Üzerine_Deneme_Yazıları

mimarlık tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mimarlık tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Temmuz 2010 Pazartesi

deneme notları XV: bir doktor olarak mimarlık tarihçisi...

Söylemler ya da bir başka deyişle tedavi yöntemleri Türk mimarlık tarihi yazımında çok fazla çeşitlilik sergilemez. Tedavi edilmesi gereken semptomlar da çok çeşitlilik göstermez çünkü. Sadece hemen akla gelebilecek bu semptomların adlarını listelemek[1] bile bunu fark etmek için yeterlidir. Türk evi, Mimar Sinan, metropol, Ankara-İstanbul, ulusal mimarlık ve yabancı mimarlar, gelenek, popüler kültür, İslam mimarlığı, batı mimarlığı, tarihselcilik vb. Bu semptomların üzerlerine yazılmış metinler bir potansiyel arayışını değil başta da söylendiği gibi tedavi amacını güder. Bu nedenle Türk mimarlık tarihi metinleri onarıcı tarih metinlerdir[2]. Tedavi için ilk önce tarihçi mimarlık tarihindeki sorunu teşhis eder. Daha sonrada bütünlüklü ve dengeli bir mimarlık pratiğinin önündeki bu engelleri ortadan kaldırır. Amaç düz bir hat boyunca uzanan “doğru” mimarlık ile “doğru” ilişki kurabilmek, ona eklemlenmektir. Bu nedenle mimarlık tarihçisinin ilk görevi zaman çizgisindeki kopuşa neden olan hastalığı tedavi etmektir. Kopuşa neden olan hastalığı teşhis etmek kolay olsa da tedavi o kadarda kolay olmaz. Farklılığın ayrı ayrı üreticisi olan bu semptomlar merkezi de alaşağı eder. Hastalık bir kez oraya çıkmış ve mimarlık modernlik virüsünden etkilenmiştir.  Artık mimarlık tarihçisinin yuvası tekinsizdir. Mimarlık tarihçisi artık hep bir yuva nostaljisi[3] ile yaşamak zorundadır.


[1] Burada anılan başlıklar Arredamento-Mimarlık dergisinden ödünçlenildi.
[2] “Onarıcı mimarlık tarihi metinleri” saptamasını ilk kez U. Tanyeli Sedad Hakkı Eldem metinleri için kullanır. (bkz. Tanyeli, 2009).
[3] Nostalji: “doyurulamamış dönüş arzusundan kaynaklanan keder”

2 Nisan 2010 Cuma

deneme notları XIV: yetim...

Tanzimat aydını düzeni tekrar tesis edecek ve adaleti sağlayacak, dağılmış olanı olması gereken yerine doğru yerleştirecek babanın eksikliğini hisseder. cumhuriyet aydınının ise yeni bir babası olmasına karşılık yeni babanın kendisine üvey evlat muamelesi yapılmasından yakınır. Bu durumu sıklıkla ve yüksek tonda yineler. Kan bağının vurgulanması, öz evlat hatırlatmaları ile rahatsızlığını dile getirir. Babanın kaybettiği iktidarını yeniden kazanmış olduğuna inanılan bir aralıkta evlatlardan çıkan sesin tonu bir tür mızmızlanma, bir şikayettir. Tepkisi ihmal edildiği için değil, kimliğini, kim olduğunu ve en önemlisi yuvasını kaybettiğine inandığı için dile getirir. 

16 Mart 2010 Salı

kısa notlar IV: tarih yazarı ve psikanalist...

Tarih yazarı sıklıkla psikanalist ile karşılaştırılır. Psikanalist, koltuğuna uzanmış hastasının bastırılmış, unutulmuş anılarına geri dönerek hastalığın oluşmasını sağlayan travma anını tersine çevirir. Hastayı gündelik hayat ile uyumsuzluğa düşüren, onu anormalleştiren mutsuz anı psikanalizin elinde mutlu bir ana dönüşür. Hasta tedavi edilir. Tarih yazarının da psikanalist ile aynı işi yaptığı kabul edilir. Tarihçi de gündelik hayat ile uyuşmayan, toplumu saplantıya, nevroza hatta psikoza (en çok bilinen örneği olan şizofreniye) sürükleyen, bastırılmış anılara geri döner. O anıları tarihin tozlu raflarından bulup çıkartır, bozulmuş olanı onarır[1], Yanlış anlamayı/bilineni düzeltir ve toplumu huzursuzluğundan kurtarır[2].


[1] Onarıcı tarih metinleri(tanyeli)
[2] Meslek jargonunda kabaca “belge fetişizmi” olarak adlandırılan durum akla gelebilecek ilk örnektir. Tarihçi huzursuzluğun kaynağı için öyle bir belge bulup ortaya çıkaracaktır ki, bu belge aslında gerçeği tüm çıplaklığı ile gösterecek ve sorunu ortadan kaldıracaktır. 

1 Mart 2010 Pazartesi

kısa notlar III...

Tarih yazımı kaçınılmaz olarak homojenleştirir. Homojenleştirir çünkü; yapıyı üzerine konuşabilmek için zamanlara böler. Bu bölünme ile tarihçi zamanı kendi üzerinde dondurur. Statik olan dinamik olanda bir duraklama, katılaşmadan kaynaklanır. Bu katılaşmanın adına ne denirse densin (ortaçağ, modern zamanlar, zamanın ruhu vs.) tarihçi, bu temsiliyet biçimleri ile kapama formlarını üretir. Kapamak, bu formları üretmek; anlatılanın, üzerinde düşünülenin barındırdığı potansiyeli, dinamikleri kontrol altına alma çabasıdır. 

27 Şubat 2010 Cumartesi

deneme notları XIII: mutlak metin...

Kocainan'ın kitabı (Mimar Sinan ve XX inci Asır Mimarisi) bir projeksiyon aletinin çalışma prensibini akla getirir. Tek kaynaktan çıkan yoğun ışık, saydam bir yüzeyin üzerindeki nesnenin görüntüsünü, birkaç mercek yardımı ile daha da büyüterek bir başka düzleme aktarır. Bakan gözün gördüğü görüntü ise; görüntünün gösterildiği ortama göre; görüntünün yansıtıldığı düzlemin rengi, dokusu; ortamın ışığına, merceğin yüzeyine, gözün görüntüye olan açısına, anlamsal açıdan ise; görüntünün kullanıldığı bağlama örneğin, bir ev görüntüsünün mimarlık okulundaki sunumu ile (tasarımsal, tarihsel bağlam), bir pazarlama şirketinin sunumuna (evin kendisi değil vadettiği yaşam tarzına) bağlı olarak değişikliğe uğrar. Kocainan’ın yaptığı ise; projeksiyon makinesinin merceğinin üzerine kendi ilişkiler ağını kazımaktır. Bu sayede görüntünün (Mimar Sinan veya herhangi birinin) değişmesi, ışık kaynağının (Kocainan veya herhangi birinin) değişmesi, yansıtılan düzlemin (zaman-mekansal perspektifin; bugün veya herhangi bir zaman-mekanın) değişmesi veya ortamın (toplumsal koşullanmalar; Türkiye ve tabii ki Türkler veya herhangi bir aktörün, bilgi alanının mimarlık veya herhangi bir tanesinin) değişmesi bu tek anlam katmanını değişikliğe uğratamayacaktır. Bu değişmezlik haline bir kez ulaşıldıktan sonra artık Sinan ders olarak okutulması gereken kitap/mutlak metindir.

16 Şubat 2010 Salı

kısa notlar II

Bir felsefe kitabı hem zor bir kitaptır hem de tamamen erişilebilir bir nesne, tümüyle açık bir alet kutusudur; yeter ki o anda ona ihtiyacımız olsun, onu kullanmak isteyelim.
-Deleuze

Alıntıdaki felsefe kitabının bir tarih kitabı ile yer değiştirmesi her zaman mümkündür, yeter ki o anda ona ihtiyacımız olsun.  Bu ihtiyaçların çokluğu aşikar. Ama bu çokluk birbirinden sizin yapıya müdahale biçiminizde ayrılıyor. Kontrol etmek ile açmak, yapıyı temsil etmek ile üzerinde konuşulabilir kılmak arasındaki fark önemlidir.


3 Şubat 2010 Çarşamba

peki ama kim bu kayıp fail?

Bütün bir cumhuriyet mimarlık tarihi yazını, faili belli olmayan, etkilenmiş, bozulmuş, ödünç alınmış, yozlaşmış mimarlığa tepkiyi dile getirir. Peki kimdir bu özünden uzaklaşmış mimarlığın faili?

28 Ocak 2010 Perşembe

kısa notlar...

Türkiye’de mimarlık tarih yazımı kendine istemeden büyük bir iyilikte bulundu. İstemeden çünkü aksine yaptığı şeyin tam tersini yapmaya çalışıyordu. Kabaca Mimar Sinan sonrası ile cumhuriyetin kuruluşuna kadar olan sureyi tarih yazımından çıkarmaya çalıştı. O süreyi görmezden geldi. Bu çıkarma işlemi istenilenin aksine büyük bir boşluğu ortaya çıkardı. İstenilen bu süreyi sıkıştırmak olabildiğince yassılaştırmak ve boylamasına incecik bir çizgi haline getirmekti. Ama istenilenin aksine o süre büyüdü ve tarih yazımını da içine kattı. Artık tarih yazımı bu büyük boşluğun içinde devinmeye başladı. Her ne kadar kendisini yalıttığını düşünse de tarih bu boşluğun üreticisi ve sonucu oldu.

18 Ocak 2010 Pazartesi

deneme notları XII: mazi...

Sedad Hakkı Eldem ile Abdülhak Hisar arasında geçmiş üzerinden üretilen eleştirinin karşıtlığı söz konusudur. Bu karşıtlık dönemin ilişkiler ağının yoğunlaştığı yerlerdeki pozisyonları ile değerlendirilebilir. Eldem ile Hisar’ın “hakikat” arayışları birbirinden farklıdır. Hisar hikayesi geçici, tekrarlanamaz, tekrarlanması da beklenmeyen bir deneyimin anlatısıdır. Eldem kendi deneyimini (dahil olduğu sınıfın zeminini ve statüsünü de) daraltır. Estetize edemediği deneyim, Hisar’ın anlattığı mutlu geçmiş/cennet, Eldem için, hem aşılması gereken an hem de dönülmesi gereken yerdir. Bu ikili yapısı Eldem metinlerinin karakterini oluşturur. Geçmişe geri dönülmesi gerekir çünkü;  modernin bozucu etkisine maruz kalmış milli cevherin saf kaynakları oradadır. Ama aynı zamanda aşılması da gerekir çünkü; yazının başında da belirtildiği gibi, Eldem “Eski Türk Evlerine” modern mimarlığa yol göstermesi için bir araç olarak kullandığını her seferinde hatırlatır. “Mimaride Biz” makalesinde şöyle yazar Eldem: “Ancak o zaman, o yıkıcı imar faaliyetlerinden ürkmeyiz, ve yıkılan her taş için sızlanmayız. Çünkü yerine o taşın daha yenisi, daha genci, daha asrisi, fakat yine aynı derecede öz Türk olanı gelmiştir[1]. Tanyeli’nin ifadesi ile Eldem’in tarih metinleri onarıcı tarih metinleridir[2]. Tanpınar’ın geçmiş ile şimdi arasındaki boşluğun gerilimi üzerine inşa ettiği ürünlerinin aksine Eldem tarihçi olarak o boşluğu ilk önce teşhis edecek, yitip gitmişleri tespit edecek sonra da mimar olarak o boşluğu kapamaya, gerilimi ortadan kaldırmaya kayıp olanları mimari temsiliyet düzleminde “ulusal malvarlığına”[3] yeniden kazandırmaya uğraşacaktır. Bir başka deyişle geçmiş ile şimdi arasındaki Eldem’in bu dar mekanı/zemini her bireysel/mesleki sorununu doğrudan siyasete bağlanmasına neden olacaktır.


[1] She 2 mimaride biz
[2] Tanyeli she 2
[3] tanyeli

6 Ocak 2010 Çarşamba

deneme notları XI: tez güncesi...


Kullanılmayacak kelimeler                                                                            Olabilirler

Doğal olarak                                                                                                     Kalıt
Kategori                                                                                                           Olgu
Kategorik olarak                                                                                               İzlek (kaynakça yerine)
Genel olarak                                                                                                    Veri                                       
18. yy’da v.s…                                                                                                 Olumsal
Kanıt                                                                                                                Kurgusal
Delil
İlerleme
Modern Öncesi
Kırılma noktası


Kullanılmayacak kelimeler arasına “modern öncesi” ifadesini de koymak istiyorum. Tabi bu durumu biraz güçleştiriyor. “Değişim” veya “kırılma noktası” gibi zamansal bir duruma referans veren bir kelime yerine ne koyarsam koyayım, yeni bir şey söylemek yerine eskisini başka bir biçimde kullanış olacağım (süreç belki daha uygun düşebilir).
Ama tezi sınırlarken bir başlangıç noktası tayin edebilmek gerekir diye düşünüyorum. En azından ilgilendiğim tarih yazım biçimi vakanüvist gelenekten farklı bir duruma işaret ediyor (bu durumda hemen akla vakanüvist anlatı ile ardılı modernist anlatı arasındaki fark; süreklilik ve tamamlanmışlık hali olmalı. Ayrıca çokta emin olmamakla birlikte devlet ile olan ilişkisi bir başka ayrıma işaret ediyor). Ama bu farklılık bir zamana gönderme yapmıyor. Yani tezde en azından şu tür bir ifade yer almayacak: “Türkiye’de modernist tarih yazımı ilk kez (…) yazılmaya başlandı”.

Bununla birlikte tarih anlatısının bir ibret, bir öğüt ya da mitsel bir anlatı formatına sahip yapısına bir gönderme yapmak da istiyorum. (Ong’un sözlü kültür olarak adlandırdığı yapı). Bunun nedeni tezde yer almasını istediğim, örneğin “dahi mimar” mitosunun çözümlenmesinde sağlam bir zemin oluşturacak gibi. [mitsel olanın doğasına ilişkin olarak ders verici, öğretici bir anlatıya sahip. Türkiye’deki tarih yazımında hala varlığını sürdüren bir alışkanlık. İzi kolayca takip edilebiliyor. Güncele ait söylenecek her söz, meşruiyet aramasını tarihte buluyor. Ya da yapılması ve yapılmaması istenilen her hareket için tarihten bir örnek veriliyor(konu ile ilgili düşünürken yazdığım kişisel notlardan bir alıntı)]
Sinan üzerine yazmak istediğim bölüm hemen akla gelebilecek şekilse onun bürokratik kişiliği ile ilgili değil ya da buna daha dolaylı bir gönderme yapıyor. [… M. Sinan için anlamdan vazgeçme ve onu formüllerle, kurallar ve nedenler ile anlama yolu Türkiye’de Aydınlanmanın bir uzantısı olarak başlamış olmalı(Kuban, Erken Cumhuriyet/30 sonrası, Geç Osmanlı, Usul-i Mimari-i Osmani???)(kişisel notlardan alıntı)]. 

++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Tarihsellik: Yukarıda kırılma noktası veya başlangıç noktası gibi belirlenebilir/gözlemlenebilir bir zamana gönderme yapmak istemediği söylemiştim[…modernist/rasyonalist tarih yazımı geleneğinin en önemli göstergelerinden biri süreklilik ve tamamlanmışlık hali. Baudrillard’ın Foucault için söylediği ”iktidarın tarihi yazılabilmişse artık iktidarın ortadan kalkmış olması gerekir” hatırlatması bu nedenle anlamlı olabilir. Türkiyedeki tarih yazma geleneğinin başlangıç ve sonucu belli olan, tamamlanmışlık hissini veren bir anlatısı var (kişisel notlardan alıntı)]. Ama bunu söylerken aklımın bir köşesindeki bir başka soru, eğer zamana böyle bir gönderme yapmayacaksak anlatmak istediğim hikayeyi zaman-dışı mı kıldığımızdı

Tarihsizleştirme: tezin içeriğine yönelik aklımdaki tek fikir bu. Türkiyede yazılan mimarlık tarihi metinlerinin ele aldığı nesneyi tarihsizleştirmek gibi bir özelliği var.

Tarihi mülk edinme/mülksüzleştirme: bu kavram çoğunlukla sömürge ve kolonyal eleştiride kullanılıyor. Batılı olanın dünyanın geri kalanını görmezlikten gelmek ve tarihi sahiplenmek ile ilgili. Türkiyede kolonyal bir bilinçten söz edinilebilse de, sömürge geçmişi olmayan bir devlet için tarihin mülk edinilmesi nasıl anlatılabilir? Muhtemelen bu yerelliği görmezden gelme biçiminde olmalıdır. Ya da bu görmezden gelme illa yerelliği içermek zorunda değil. Kendi devlet geleneği içinde dönemsel görmezden gelme biçiminde de olabilir (klasik dönem-gerileme dönemi kurgusunun icadı)

Kronolojik olan yerine mekansal olan: bunun üzerine düşünürken sorduğum soru şuydu: “bir tarih anlatısı illa zamansallık üzerine mi kurulur?”.

Tarihselcilik:

5 Ocak 2010 Salı

deneme notları X: anlam...

Bir 16. yüzyıl yapısını yapıldığı dönemin koşulları içinde değerlendirmek, o yüzyılın değerleri içinden okumak şüphesiz bir anlam katmanı oluşturmayı sağlar ancak bu değerlerin sürekliliğini/değişmezliğini kabul etmek aradan geçen beş yüzyılın gözden kaçırılması demektir (kaldı ki dönemin toplumsal koşulları ile bir yapı arasında bir neden-sonuç ilişkisi de kolay kurulamaz). Anlam sadece bu katman üzerin(-e)den inşa edilemez. Bu inşai süreç en az diğeri, zaman içinde oluşan diğer anlam katmalarını görmezden gelmek ve teke indirme çabası kadar problemlidir.

18 Aralık 2009 Cuma

deneme notları IX: jenerik tarih

İyi bilinen o anı hatırlamak ya da geçmişi kurgulamak, yaratıcı bir eyleme dönüşebilir(di) ama hatırlama eylemi bu coğrafyada iyi bilinen bir başka pozisyonu/konumu üretir. Yaratıcı eylem yepyeni, tikel, özgün olduğunu iddia edebilmek için kendi deneyimine bağlı kalmak zorundadır [orijinal sözcüğü modern İngilizce anlamını, modern sanatları nitelemek için ve deneyime sıkı sıkıya bağlı kalmayı amaçlayan roman(novel/yenilik) sözcüğü ile aynı zamanda kazanır]. Türkiye’de model kaymasının yarattığı basınçla, deneyimsel tarih gecikmişliğini[1], sahici, orijinal olamamasını tekrar tekrar üretir ve meşruiyetini bir türlü kazanamaz. Bu nedenle de yerini jenerik tarihe bırakır[2]. Lévi-strauss “Yaban Düşünce(Savage Mind)” kitabının bir bölümünde, muhtemel bir Bergson okuması ile deneyimsel tarihin önemini vurgular ve jenerik tarih ile arasındaki ilişkiyi hatırlatır.“(…)mekanın her köşesi, her biri tarihsel oluşumu başkaları ile karşılaştırılamaz bir biçimde toplayan sayısız bireyler saklar” diye yazar ve devam eder “evrensel olduğunu söyleyen bir tarih bile, birkaç yerel tarihin yan yana getirilişinden başka bir şey değildir.” Bu toplumsal yapı içinde ise bir anlamda bireyselliğin, öznenin üretilmesi olarak okunabilecek, farklılaşmaya izin veren bir yapıya sahip deneyimsel tarihin yerine o farklılıkların üzerini örten ve ortak bir zemin için ortak bir geçmiş tahayyül edilebilmesine olanak veren jenerik tarih daha anlamlıdır. Çünkü jenerik tarih ayrı ayrı öznelerden çok o öznelerin oluşturduğu geçmişi anlatır. Jenerik tarihin içinde her özne sadece ismi ile yer alabilir. Önemli olan o isimlerin oluşturduğu bütünlüktür. Bu anlatıda öne çıkan isimler ya bütünlüğün daha da sağlamlaştırılmasına katkıda bulunan doğru öznelerdir ya da yapıyı zayıflatan, bütünlüğü bozan kısaca yanlış öznelerdir. Bu ikili yapı zorunlu olarak üretilir. Çünkü milli(yetçi) tarih, jenerik zaman adına, deneyimsel zamanı ortadan kaldırır. Üçüncü bir pozisyon milli tarihin yapısı içinde yer al(a)maz. Milli tarih kendi tutarlı, bütünlüklü, aşkın yapısını korumak için tarih anlatılarını çoğaltmak yerine azaltmak zorundadır.



[1] Deneyimin gecikmişliği için bkz. N. Gürbilek, O. Koçak.

[2] M. Ahıska, Radyonun Sihirli Kapısı

4 Aralık 2009 Cuma

deneme notları VIII

İyi bilinen o anı hatırlamak ya da geçmişi kurgulamak, yaratıcı bir eyleme dönüşebilir(di) ama hatırlama eylemi bu coğrafyada iyi bilinen bir başka pozisyonu/konumu üretir. Yaratıcı eylem yepyeni, tikel, özgün olduğunu iddia edebilmek için kendi deneyimine bağlı kalmak zorundadır [orijinal sözcüğü modern İngilizce anlamını, modern sanatları nitelemek için ve deneyime sıkı sıkıya bağlı kalmayı amaçlayan roman(novel/yenilik) sözcüğü ile aynı zamanda kazanır]. Türkiye’de model kaymasının yarattığı basınçla, deneyimsel tarih gecikmişliğini, sahici, orijinal olamamasını tekrar tekrar üretir ve meşruiyetini bir türlü kazanamaz. Bu nedenle de yerini jenerik tarihe bırakır.

2 Aralık 2009 Çarşamba

deneme notları VII

Türkiye’de trajedi yazılamadığı gibi[1] manifesto da yazılamaz. Bir manifestoyu okuyucusu için sert ve kaygı verici kılan özelliği; okuyucusunun kendisini modern bir özne ve onun arzuları ile karşı karşıya olduğunu fark etmesidir. O zamana kadar gene de sağlam saydığı bildik/tanıdık dünyasının tek bir özne tarafından bu kadar kolay yıkıldığını, ondan bu kadar kolay vazgeçildiğini anlaması okuyucu için bir travma anıdır. Modern özne okuyucusunun evini bilerek ve isteyerek yıkar. Erken Cumhuriyet aydını ise kararlı biçimde bu evi yıkmak bir yana daha da sağlamlaştırmaya uğraşır.



[1] bkz. Şerif Mardin, (Bu noktada bir başka görüşü hatırlatmakta yarar var. Psikanalitik kurama göre trajik olan eyleminin sorumluluğunu alamayan öznedir. Bu nedenle Mardin’in iddiasının aksine Türk aydını trajik sayılmalıdır).

16 Mayıs 2009 Cumartesi

deneme notları VI

Türkiye’de eleştiri bir yokluk tespiti ile başlar. “Onlarda” olan ama “bizde” ol(a)mayanın eksikliği. Durumu böyle formüle etmek; eksik olanı ve bunun nedenlerini aramak aynı sonuca ulaşan farklı modellerle açıklanır. (“Gecikmiş modernlik[1]”, “fikre geç kalmış bilinç[2], “yetimlik[3], “kaptırılmış ideal[4])[5]. Bu farklı başlıklar bir model kaymasının adıdır. Bu kaymanın getirisi/götürüsü ise; buraya ait, “bünyemize uygun”[6], doğru bir mimarlığın, romanın ya da tartışma nesnesinin özgünlük sorgulamasıdır. Bu noktada nesneye karşı takınılan tavır ikiye ayrılır. Modern mimari buraya sonradan gelmiş ve bu nedenle de doğal, orijinal veya özgün değildir. Bu tavrın karşıt ucunda ise zaten dışarıdan gelmiş ve üzerimize bol gelen bir mimarlığın yerine buraya özgü, bize ait, derinlerdeki, milli bir mimarlığın üretilmesidir. İlk pozisyon mimarlık nesnesini daha ilk başından yetersiz ve değersiz bir taklide indirgerken ikinci pozisyonun amacı; bozulmadığını varsaydığı bir özün peşinden giderek, üstünlüğü baştan kabul edilmiş olan onlara, zaten kendilerinde yektin hale olanı değil bizdeki doğru mimarlığı tanıtmak ve kabul ettirmek, sevdirmektir. “… çünkü o zaman(…)kendileri ile müsavi[eşit] göreceklerdir.”[7] Çerçeveyi belirleyen bu iki tavır sürekli yer değiştirir. Birbiri içine geçer. Züppe/snop[8] bir kibirle taşralı bir gurur arasında, nihayet yabancı hayranlığı ile yabancı düşmanlığı arasında kalan sıkışıp kalmış gibidir eleştiri[9].Bu bölünmenin ağırlıklı tarafını tamamen bize özgü bir mimarlığın olması gerektiği görüşü oluşturur. Bu özgünlüğün yolu tekniğin alınıp harsın korunması biçiminde dile getirilmiş formül sayesinde olacaktır. Bu işlemin sonucunda varılmak istene sonuç mimarlık sahnesinde doğru mimarlıkların yanında (ki zaten hep öyledir) yerimizi almaktır[10].


[1] Justanis, G., Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür, çev. Tuncay Birkan, Metis Yayınları, 1998.
[2] Shayegan, D., Yaralı Bilinç, çev. Haldun Bayrı, Metis Yayınları, 1991.
[3] Parla,J., Babalar ve Oğullar, İletişim Yayınları, 1990 .
[4] Koçak, O., “Kaptırılmış İdeal”, Toplum ve Bilim, sayı 70, Güz 1996, s.:94-150.
[5] Bu sıralama için bkz. N. Gürbilek; Gürbilek, N., “Orijinal Türk Ruhu”, Kötü Çocuk Türk, Metis Yayınları, 2004.
[6] Tanpınar’dan aktaran, Gürbilek, a.g.e., s.: 96.
[7] Tanpınar
[8] B.O.Celal
[9] Gürbilek, a.g.e., s.:96.
[10] Arseven, mukaddime

19 Şubat 2009 Perşembe

deneme notları V

Tarih yazmak paket hayal etmektir. Ama hayal edilen her paket genişlemeye değil katılaşmaya eğilimlidir. Katılaşırlar çünkü her anlatı nesnesini tek, bütünlüklü ve en doğru biçimi ile temsil ettiğine inanır. Nicelik olarak paketlerin sayısını arttırmak bütünleştirici ve tekilleştirici bir anlatının aşkınlık yanılsamasını bozar. Mimarlık tarih yazımını tek bir seferde temsil edilebilir bir bilgi yığını paketi olarak düşünmek yerine tekil süreksizliklerden oluşan paketleri/pratikleri ve bu paketlerin/pratiklerin ara yüzlerini/değme noktalarını düşünmek daha verimli olacaktır. Bu nedenle paket yerine paketler yığınından söz etmek tarih yazımının ucunu açık bırakır.

12 Ocak 2009 Pazartesi

deneme notları IV

Bu kültür coğrafyasında mimarlık tarihi yazımı pratiği sadece geçmişte olup biteni anlama ve anlamlandırma çabasından çok daha fazlasını içerir. Mimarlık tarihi yazımı; konu edindiği nesnesini mesafeli bir bakış mekanizmasına (zaman ve mekan bağlamında nesneyi doğru yerinde tutma) veya geçmiş ile ilişki kurma[1] mekanizmasına (zaman ve mekanın değişmez ve parçalanmaz bütünlüğü içindeki nesnenin bu bütünlüğün içindeki değişken konumuna) sokar. Birinci durum her zaman bir olumsuzlamayı ikinci durum ise olumlamayı içerir.

[1] “ilişki kurmak” tdk’da bağlantı sağlamak, ilgi sağlamak olarak açıklanıyor.

9 Ocak 2009 Cuma

deneme notları III

Asli olan cevabın verilmesini erteletmektir. Çünkü verilecek her cevap, nihai karar verme anına denk düşer ve verilen bu son karar sorulan sorudaki farklı-oluşların açığa çıkmasını engeller. Deleuze soruları ayaklara altına alıp cevap ile ezmek yerine sorulara kapılmak gerektiğini hatırlatır bize. Soruların devamlılığını sağlamak cevapları krize sokar. Modernliğin kurucu krizi olarak adlandırılan da tam olarak budur. Modernlik; aşkın olanın, sorulan sorulara verdiği cevap ile dünyayı tek ve doğru olarak temsil edebildiğine olan inancının sarsılmasıdır.

30 Aralık 2008 Salı

deneme notları II

Türkiye’de mimarlık tarihçilerinin içinde bulunduğu bir açmaz vardır. (Geçmişi) bilmek zorundadırlar ama bilmek zorunda kaldıkları bilgi onları daima geciktirir. Yani tarihleri vardır ama daima gecikmiştir. Erken Cumhuriyet dönemi tarihçileri kendilerini var edebilmek için yıkmak zorunda oldukları geçmişlerini kendilerine özgü bir tarih yaratabilmek, meşruiyetlerini kanıtlamak için tekrar üretir. Bu sayede, yüceltilen “klasik” dönemin sonrasındaki “yozlaşma/bozulma” dönemini ancak Cumhuriyet’in ortadan kaldıracağını ve Batı’nın eriştiği gelişmişlik düzeyine böylece ulaşılabileceğine ilişkin inanç, mimarlık tarihi yazımına da doğrudan damgasını vurur.

16 Aralık 2008 Salı

Mimarlık Tarihi Yazmak İçin Bir Giriş Denemesi

Tarih yazımının başladığı an tarihselliğin farkına varıldığı andır. Artık tarih ile geçmiş arasında bir fark olduğu kabul edilir. Bu fark sayesinde geçmiş, üzerine konuşulabilir hale gelir. Bu olanağı sağlayan tarih metnidir. Tarih (metni), tarihçinin masasında yazdığı ve kurguladığı geçmiştir.
Tarihçinin dolaşıma soktuğu ürün (metin), farklı güç ilişkileri ağında anlamlandırılır. Tarihçinin kurgusu mutlak veya verili değildir. Bu ilişki ağları metnin anlamını defalarca bozar, dağıtır ve toplar. Bu ağ içinde dolaşıma giren metnin anlamını sabitlemek, yani geçmişi dolaysızca ve saydam bir şekilde temsil ettiği varsayılan ürünün/tarih metninin nicelik olarak sayısını azaltmak, arzusunda olan disiplin edici söylemlerin/iktidarın çokluğu sabitlenmek istenen anlamın sayısını çoğaltır. Bu niceliksel artış ürünü aşkınlaşmak yerine dünyevileştirir.
İktidar tek ve bütün bir gövde değil; akış halinde farklı ve tekil pratiklerin yan yana gelmesi, bağlanması, çakışması ve hiyerarşik olarak sıralanmasıdır. Eğer geçmiş, az çok bu olumsal pratiklerin kesişmesi olarak anlaşılıyorsa, tek bir pratiğin sonucu bu pratiklere katılan aktörlerin amacına indirgenemez. Sistemdeki aktörler duruma ayrı ayrı katkı yaparlar. Örneğin; ortaya çıkan bütünü biz milliyetçilik olarak adlandırırız. Ama unutulmaması gereken milliyetçiliğin de farklı güç ilişkileri ile yan yana gelerek başka güç ilişkilerini oluşturduğudur. Vurgusu milliyetçilik ile başlayan ve bir tür sorun çözücü olarak işlev gören tarih yazımın yerine kaynağa/köke hiç indirgenmeyen bir anlatı yazılabilir.