Mimarlık_Üzerine_Deneme_Yazıları

16 Kasım 2008 Pazar

Erken Cumhuriyet Türkiyesi ve Kamusal Yeşil Alan

Bu yazı daha önce şurada yayınlanmıştır. Erken Cumhuriyet Türkiyesi ve Kamusal Yeşil Alan, Arredamento Mimarlık, Aralık 2004/100+75, s. 49-51.

Parkların birer mimari ürün olarak tüm toplumsal aktörleri biraraya getirme şansı vardır. Bu da bize, belirlenen bir zaman aralığında toplumsal kurguyu, siyaset-ideoloji-mimarlık açısından, mekanla ilişkisi bağlamında düşünme olanağı verir. Mekanın üretim ve tüketim süreçlerine katılan her türlü aktörün (tasarımcının, işverenin, kullanıcının vb.) bu alanları nasıl anlamlandırdığı, nasıl içselleştirdiği sorusunun cevabını verebilmek, Türkiye’nin toplumsal tarihinin kimi yönlerini anlamaya da yardımcı olacaktır.

Geç Osmanlı döneminde başlayan kentsel değişim, bir süreklilik gösterdiği kadar kesin bir kopuş da sergileyerek Erken Cumhuriyet döneminde devam etmiş ve devletin resmi politikası haline gelmiştir. Bunun en açık örneklerinden biri, politik ile sosyal olanın kesiştiği bir mekan olan park1 alanlarının oluşturulmasında izlenebilir.

Cumhuriyet ideolojisinin, Türk insanının kendini tanımlama biçimini değiştirmeyi ve ona alternatif bir kimlik sunmayı amaçladığı bilinir. Uluslaşma ile sonuçlanacak süreçte bir İtalyan parlamenterin söylediği “İtalya’yı kurduk, şimdi sıra İtalyanlar’da” sözleri, Erken Cumhuriyet’in bürokratik burjuvazisi tarafından da bir ilke olarak kabul edilmiş gibi duruyor. Bir önceki siyasal dönemde, Geç Osmanlı’da, öncelikle devlet yapısını modernleştirmek için harcanan enerji, Erken Cumhuriyet’te “vatandaş” yaratmak ve ona modern bir kimlik kazandırmak için harcanmıştır. Devlet mekanları kullanır, mekanlarla simgelenir, mekan yaratır ve çevresine mesajlar iletir. Kamusal mekan da, iktidarın varlığını vatandaşına ileten, iktidarını meşrulaştıran bir araçtır. Bu nedenle Erken Cumhuriyet döneminde tasarlanan kamusal mekanları özerk mimari yaratılar olarak düşünmek zordur. Parklar bu bağlamda egemen siyasal ilişkilerin doğal bir ürünüdür.

Devlet ve devletin erkini elinde toplayan kurumlar, devletin işlerliği ve güvenliğinden sorumlu aygıtlar, siyasi söylem merkezleri, yerel yönetimler, düşünsel çevre, benzeri seküler ve dinsel oluşumlar, gerçekte kentin nasıl olması gerektiğini ilan eden “güç merkezleri” olarak kenti biçimlendiren (ve anlamlandıran) asal varlıklardır. Asal varlıklar, salt nesnel olan mekanı ele alarak, kendi bilgi alanı içinden tanımlı hale getirmeye çalışmaktadır2.

Bu bağlamda Cumhuriyet’in önemli mekan stratejilerinden biri, ülkeyi ulus-devletin mekanına iktidarının sembollerini taşıyan bir sahneye dönüştürmektir. Örneğin, Cumhuriyet’in kentsel sahnesi Ankara kurulurken, sürekli olarak bu kentin oynayacağı fiziksel ve sosyal rolden söz edilmekte ve bunun diğer kentlere örnek olacağından bahsedilmektedir. Bu kentsel sahnenin bir bileşeni olan Gençlik Parkı sözü edilen öncü rolü oynamış gibi görünmektedir. Yeşilin ve suyun parkın tasarımının iki temel öğesi olacağı söylenmektedir. Ankara gibi bir bozkır şehrinde bunlar simgesel öneme sahiptir. Atatürk Orman Çiftliği kurulurken de yinelenen bozkırı cennete dönüştürme iddiaları, Gençlik Parkı’nın da en önemli özelliğidir. Türkiye’de çoğu zaman “bozkırdan bir cennet yaratma” iddiasıyla ortaya konan doğayı dönüştürme amacı, farklı argümanlarla da olsa, Barok dönemden bu yana Avrupa’da da modern siyasal gücün yansıma alanlarından biri olmuştur3. Ama durumun ilginç yanı, Gençlik Parkı’nı örnek alarak yapılan diğer çoğu önemli şehirlerdeki parkların da aynı iddiaları yinelemeleri ve aynı öğeleri içermeleridir. Örneğin, Antalya Karaalioğlu parkı veya Samsun parkı bu iddialarla yapılmış ve yine içlerinde büyük birer havuza yer verilmiştir. İnşaat faaliyetlerinin maliyeti göz önüne alındığında bunun basit bir tekrardan ibaret olmadığı görülüyor4.

Toplumsal ideolojik hedefler ve gereksinimler ile onların uygulamadaki ifadesi arasındaki farklılık, Erken Cumhuriyet dönemi parklarına kendi özgül kimliğini vermiştir. Aslında, ne Geç Osmanlı’da, ne de Erken Cumhuriyet’te parkın mimari, tasarımsal bir sorun olarak ele alındığı söylenebilir. En azından bu tür bir kaygıya işaret eden bir belgeye ya da metne rastlanmamaktadır. Her iki dönemde de, ama özellikle Erken Cumhuriyet’te park, yukarıda verilen örnekten de anlaşılacağı gibi, öncelikle “varolması” amaçlanan ve dolayısıyla, mimari ve kentsel anlamı ideolojik anlamının yanında ikinci planda kalan bir elemandır. Yönetim, mimarlığı araçsallaştırmış, ama onun nasıl bir mimarlık olacağı yönünde, doğal olarak, ideolojik anlamda işe yararlılığı dışında fazla düşünmemiştir. Bu nedenle, birçok örnekte olduğu gibi, parkın “nasıl” olması gerektiği sorusundan çok, “nerede” olması gerektiği sorusu kafaları meşgul etmiş gibidir. Çoğu zaman parkların şehir içindeki konumları Cumhuriyet kentinin imajını güçlendirecek şekilde seçilmiştir. Genellikle bunlar kentin tek ana caddesi üzerinde ve hükümet konağı ile içinde bir heykelin bulunduğu kent meydanının hemen yanında yer almaktadır. Ya da Ankara örneğinde olduğu gibi; Gençlik Parkı trenle kente gelenlerin göreceği ilk noktadadır. Bu sayede devletin kentsel imajının parkla yakından ilişkili olduğu söylenebilir. Bu duruma bir başka ilginç örnek olarak şu verilebilir: 1935 yılında Belediyeler Dergisi, il ve ilçe belediye örgütlerinden dergide yayınlanmak üzere birtakım bilgiler ister. İstenilen bu bilgilerin arasında belediye sınırları içinde bulunan parkların görsel malzemeleri de yer almaktadır. Dergi, daha sonraki sayılarında talebini yanıtlayan ve istenilen bilgileri gönderen belediyeleri tanıtmaktadır. Bunların içinde en ilgi çekicilerinden biri, Kars iline bağlı Çıldır ilçesi belediyesinin gönderdiği “kent parkı” resmidir. Parkın bütününü kapsayan bir açıdan çekilen fotoğrafta, etrafı parmaklıklarla çevrili parkın yaklaşık 5x5 metre olan boyutları dikkat çekicidir. Bunlar, Erken Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde kentsel öğelerin, yukarıdaki iddialara ne denli uygun tasavvur ve tahayyül edildiğini yeterince örnekler.

O yıllarda Anadolu’nun pek çok yerinde park yapıldığı bilinmektedir. Bunlar henüz çevrelerindeki doğal yeşil alandan kopmamış küçük Anadolu kenti sakinleri için somut işlevsel mekanlar değildir. Gerçek işlevleri, kamusal kent içi yeşil alan kavramını henüz tanımayan, bu doğrultuda bir gereksinme duymayan ve dolayısıyla da kullanmayan bir topluma, bu yeni Batılı gerçeği benimsetmek olarak belirlenmiştir5. Yani kentsel mekanı yeni ideolojisi doğrultusunda yeniden kurmaya koyulan bir ortamda, kamusal yeşil alan da daha büyük bir üst kurgu içinde kendine verilen rolü oynamıştır. Bu durum, yeşil alanı da sistemin diğer birçok yapısı gibi, kullanıcısının ideolojik talim alanı haline getirmiştir. Bununla kastedilen şu: Uzunca bir süre parklar rekreasyon ihtiyacını değil, görünürlük ihtiyacını karşılamıştır. Bu görünürlük problemi ikili yönüyle düşünülebilir: İlkinde, devlet yeni ve modern mekanında “modern vatandaş”ını sergilemiş, böylece kendisini de modern imajı ile görünür kılmıştır. İkincisinde, kullanıcı/modern vatandaş, bu kentsel sahneye çıkıp onu kullanarak modern etiketini hem devlete, hem de diğer aktörlere ifşa etmiş, böylece kendini devlete ve diğerlerine görünür kılmış ve onaylatmıştır.

Kuşkusuz Erken Cumhuriyet’in siyasal sistemi, tümüyle bu kültürel politikalara indirgenemez. Sistemin kendini düşünme, hissetme ve sunma tarzını belirleyen unsurların arasında ve uygulamada bu politikaları aşan, onlarla çelişen toplumsal öğeler de önemli yer tutar. Örneğin, sistemdeki mevcut kültürel modellerin, politikayı belirleyici unsurlar olarak, yeni anlamlar ve biçimler yüklenerek tekrarlanması yoluyla, yeniden kullanıma girdiğini öne sürmek yanlış olmayacaktır. Bu durum, Belediyeler Dergisi’nin bir sayısında, “Uraylar’da Spor/ Halk Oyun Parkları” başlıklı yazıda şu şekilde ifade edilmiştir: “Eski zamanların bazı istisnalara rağmen birçok parkları yalnız birer süs ve haşmet şeklinde olup o zamanki cemiyetin pek ufak bir kısmını tatmin ediyordu. Bu şekil o zamanın birçok kimselerinin bir kişiye kendini beğendirmek hırsına ve maddi menfaatine uygun düşerdi. Fakat hakimiyetin bir kişiden cemiyetin başka kısımlarına geçmesi ve diğer halk kitlesinin de aynı haklara malik olması keyfiyeti kendini parklarda da gösterdi. Bunların esasını ve aslını kökünden değiştirdi. Parklar artık bu tarihî dönüm noktasından sonra süslü ve haşmetli fakat faydasız bir mevcudiyet değil, aksine olarak halka verildikleri günden itibaren millete faydalı bir vasıta olarak hakiki ve daimi bir kıymet kazandılar. İnsanları kazanma hırsının pençesinden kurtarmak kolay ve basit bir şey değildir. Ev ihtiyacı yine ikamet etmek ve yaşamak ihtiyaçlarına tefabuk ettiği zaman istikbale daha emniyetle bakılabileceğini iddiaya kalkmak, hakikati inkara ve imkanı olmayan şeylere temayül etmekle birdir. İnsanla tabiatın bir araya geleceği tek bir vasıta ve şekil vardır ki o da halkoyun parklarıdır. Bir evvelki neslin kendi halkından hesap vermemek üzere ve haksız bir surette aldığı şeyler, geçmiş tarihte emsali bulunmaz bir şekilde ve zamanın bütün ihtiyaçlarına muvafık surette halkın emrine verilmelidir. Denebilir ki halk oyun parklarına malikiyetle zamanımızın yüksekliği ile mütenasip bir abide kurulmuş olacaktı.”6

Yazı, parkların devrim sonrası siyasi söylemde nasıl araçsallaştırıldığını örneklemesi açısından ilginç. Görüldüğü gibi, yönetim mimarlıktan ideolojik bir araç olarak faydalanmakta ve mekan/park, iktidarın varlığını örtük ya da açık taşıyan bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır.

Tekeli’ye göre mimarlık, bir disiplin ve meslek olmanın ötesinde, içerdiği “rasyonel yapı veya inşa faaliyetleri” çağrışımlarıyla modernlik projesinin belki de en güçlü metaforunu oluşturmaktadır7. Dönemin dergilerinde çıkan bir yazıdaki, “Eski devirlerin kiracı hükümet zihniyeti, Cumhuriyet devrinde tabiatı ile devam edemezdi. Bugün yurdun her köşesinde birçok hükümet konakları, hastaneler, postaneler, müesseseler yapılmaktadır. Türkiye haritası göz önüne getirilirse yapılmakta olan demiryollarıyla şoseleri ile, köprüleri ile, fabrikaları ile, binaları ile yurdu büyük bir inşaat şantiyesi şeklinde görmemek mümkün değildir. Bu büyük şantiyenin iyi disiplin altında yürümesi elzemdir. Bir yapı; su, kalorifer, zil, telefon, sıhhi ve elektrik tesisatları ile adeta bir makine demektir. Bunların herhangi birisinin noksan veya fena yapılmış olması halinde makine durmak, işlememek zaruretinde kalır”8 ifadesinde, yeşil alanlar da araçsallaştırılıp ideolojik kurgunun bir bileşeni olarak kentsel sahnede yerini almıştır. Çünkü ideolojiyi görselleştirdiği oranda parklar, kullanım değerleri açısından değil, ilettikleri mesajlar açısından önem kazanır.

Erken Cumhuriyet’te, sağlıklı olmak, gençlik, spor gibi söylemlerin üzerinde, “asri”leşmenin bir şartı olarak, önemle durulmuştur. Bozdoğan’ın ifade ettiği gibi, dönemin diğer milliyetçi bağlamlarında, özellikle de İtalya ve Almanya’da olduğu gibi, Erken Cumhuriyet kültürüne de güçlü bir gençlik ve sağlık kültü nüfuz etmiştir9. Sağlıklı bedenlere sahip olmak, sporda başarılı olmak bir Cumhuriyet tutkusudur ve milli bir söylem içinde ele alınmıştır. Gençlik ve Spor Bayramı, stadyumlar veya bu tutkunun en belirgin ifadesi olan Gençlik Parkı’nın ismi de bu durumu örneklemektedir. Yeşil alanların işlevleri, Cumhuriyet aydınının ideolojik tutumuyla örtüştürecek niteliktedir. Karaosmanoğlu, ünlü romanı “Ankara”da şu sözlere yer vermiştir: “Şimdikiler böyle mi? Yeni kıymetlere göre teşekkül eden bu cemiyet içinde artık fenalığa kendiliğinden yer kalmamıştır. Çünki, en ziyade muhayyelenin ve binaenaleyh tembelliğin, işsizliğin, ne yapacağını bilmemezliğin, yürek sıkıntısının mahsulü olan bu kötülük, bu açlık, aydınlık, havadar ve dinamik muhitte filiz sürmeden kuruyup gidiyor. Demin buradan çıkıp giden kızın birtakım hayaller kurmağa vakti var mı, sabahtan akşama kadar her saati bir meşguliyetle doludur ve sportun rasyonel usulleri sayesinde onun bünyesi gibi ahlakı da sıhhatli ve faziletli bir inkişafa doğru feyz alıp gitmektedir.”10

Kendini topluma karşı bir misyon yüklenmiş olarak gören Cumhuriyet kadrolarının pozitivist aydınlanmacı tutumu, topluma önderlik etme rollerini meşrulaştırmakta ve bu rolü kentsel sahneyi düzenleme faaliyetleri ile pekiştirmektedir. Kadrolar, kamusal sorumluluklarını hala bir yüzyıl önceki alışkanlıkları ile yerine getirmekte, bunu toplum mühendisi sıfatı ile yapmaktadır. Sonuçta parklar bu kez de başka bir tutumun/iddianın sahnesi olmaktadır. Buna örnek olarak 1936 yılında İzmir’de Kültürpark’ın yapımı gösterilebilir. Dönemin belediye başkanı Behçet Uz, Kültürpark için “halk üniversitesi” olduğu iddiasını ortaya atmıştır. Neredeyse gölgede kalan rekreasyon işlevinin yanında baskın olan, kullanıcılarının entelektüel gelişimleridir. Tanyeli’ye göre, Kültür Park’ta somutlaşan bu iddialar yine Erken Cumhuriyet ideolojisinin kitleleri eğitme, yetiştirme kaygıları ile bağlantılı olarak yorumlanabilir11. Zaten parkın örnek alındığı model için Moskova’daki aynı adlı parkların seçildiği12 düşünülürse, bu toplumsal iddianın ne denli güçlü olduğu ortaya çıkmaktadır.

Yeşil alan öncelikle devletin kamusal alanda görünme ihtiyacını gidermiştir. Hatta, bu görünürlük problemi devletin kamusal alanları üretmesinin ana nedeni olmuştur. Erken Cumhuriyet döneminde yerli burjuvazi Avrupa’dakine benzer bir süreçten geçmediği ve henüz devletten soyutlanamadığı için, kamusal alanlar devlet-dışı varolma olanağı bulamamışlardır. Dahası bu alanlar, tam da bu durumdan ötürü devletin kendi imgesini ve amaçladığı vatandaş tipini yaratmada önemli roller üstlenmişlerdir. Onaylanmayanın görünürlük kazanamadığı bu mekanlar sayesinde Erken Cumhuriyet bürokratı hem kendi yönetici gücünü büyük oranda sergilemiş, hem de kendi iktidarını yeniden üretmiştir.

Notlar:
1 B. Batuman, ”Cumhuriyetin Kamusal Mekanı Olarak Kızılay Meydanı”, Ankara’nın Kamusal Yüzleri, ed.:Güven Arif Sargın, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.
2 G.A. Sargın, “Kentsel Mekanı Siyaseten Tüketmek: Şiddet, Direniş ve Dönüştürme Üstüne”, Arredamento Mimarlık, sayı:2001/04.
3 V. Scully, Architecture: The Natural And The Manmade, St. Martin’s Press, Londra, 1991.
4 Z.S. Uludağ, The Social Construction Of Meaning In Landscape Architecture: A Case Study of Gençlik Parkı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, ODTÜ, Ankara, 1998.
5 U. Tanyeli, “Çağdaş İzmir’in Mimarlık Serüveni”, Üç İzmir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992.
6 “Uraylar’da Spor/ Halk Oyun Parkları”, Belediyeler Dergisi, Ankara, Ağustos 1935.
7 İ. Tekeli, “Bir Modernleşme Projesi Olarak Türkiye’de Kent Planlaması”, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, ed.: Sibel Bozdoğan, Reşat Kasaba, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998.
8 Bayındırlık İşleri Dergisi, Ankara, Eylül 1936.
9 S. Bozdoğan, Modernizm ve Ulusun İnşası: Erken Cumhuriyet Türkiye’nde Mimari Kültür, Metis Yayınları, İstanbul, 2002.
10 Y.K. Karaosmanoğlu, Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.
11 U. Tanyeli, a.g.e.
12 E. Serçe, “İzmir’de Eğlence Üzerine”, Tepekule Tarih Dergisi, 2000, sayı 2.

Hiç yorum yok: